10 Kasım 2012 Cumartesi

Sayıların Sonundaki "-inci" Eki

Geçen hafta yabancı personel için verdiğim Türkçe dersimde, sayılardan sonra “-inci” anlamına gelen nokta işaretini öğretiyordum. 1. “birinci”, 5. “beşinci”, vs. İngilizce dilinde bunun için 1, 2, 3 rakamlarında değişik harfler kullanılır. 4 ve üzeri rakamlar için rakam sonuna “th” harfleri getirilir. Hal böyle olunca, öğrenciler bizimkini çok kolay buldular. Sonra ben de hemen bu haftanın anlamı nedeniyle, bunu Atatürk’ün Türkçeyi mümkün olduğu kadar kolaylaştırma çabalarına bağladım. Yabancılardan biri “Neden, neden böyle bir şeyi yaptı?” diye sordu. Bu soruyu yanıtlarken Atamla öyle gurur duydum ki, şöyle dedim: bizim ülkemizin kurucusu sadece bir askeri komutan değildir, kendisi aynı zamanda bir dil bilimci, hatta bir matematikçiydi de, çünkü her bireyin okuma yazmayı kolay bir şekilde öğrenmesini istiyordu, çünkü eski yazım kuralları çok çok zordu, pek çok insan okur yazar olamıyordu. İşte bu nedenle Türk çocukları günümüzde okuma yazmayı üç ayda öğrenebilmekteler. Oysa, İngilizce konuşulan ülkelerde bu süre 6-7 aydır. Dilimizin kıymetini bilelim. Her şeyi zırt pırt İngilizceleştirmeyelim. Kemiklerini sızlatmayalım. Zaten başka konulardan, yeteri kadar sızlatıyoruz…

30 Ekim 2012 Salı

Yabancılara Hitap Şekillerimiz Üzerine

Günümüz Türkçesinde kadınlara hitap ederken "Hanım", erkeklere hitap ederken "Bey" kelimelerini kişilerin isimleriyle birleştirerek kullanıyoruz; örneğin, Ayla Hanım, İsmail Bey gibi. Günlük Türkçe dilinde soy isimlerin hitaplarda pek yeri yok. Cumhuriyetin ilk yıllarında "Bay" ve "Bayan" kelimelerinin soy isimlerle birleşmesiyle bir hitap şekli oluşmuşsa da, bunlar günümüzde yaygın olarak kullanılmıyor. Günümüzde "Bay" kelimesi neredeyse hiç kullanılmazken, "Bayan" kelimesi adı bilinmeyen bir kadına seslenmek için, kullanılıyor; "Bayan, bakar mısınız?" gibi.

Ne ilginçtir ki, biz Türkiye insanı içimizdeki yabancılara hitap ederken, bir başka şekillere giriyoruz. Üstelik bunu Türkçe konuşurken yapıyoruz. Bir yabancıya, bizimle birlikte yaşıyor olsa bile, asla "Hanım" ya da "Bey" kelimelerini kullanarak hitap etmiyoruz. Çok garip bir şey yapıyoruz: onların hitap şekillerini kullanıyoruz. Fakat, bunu yaparken de o kişinin soy ismi yerine ismini söylüyoruz; örneğin, Jenifer Lopez için "Miss Lopez" diyeceğimize, "Mis Jenifer" diyoruz. İşin kötüsü, bazen herhangi bir samimiyet olmadan bile sadece ismiyle kendilerine hitap ediyoruz, direk "Jenifer" diyoruz. Doğal olarak, bu yabancı kişi Türkiye'de bulunduğu ortam içinde bütün Türk kadınlarına "Ayla Hanım, Gül Hanım, Ayşe Hanım" şeklinde hitap edilirken, sıra kendisine geldiğinde sadece "Jenifer" denince, kendisine bu toplumda değer verilmediğini düşünebiliyor. Dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş olan bu hitap şeklini yabancılar duyduklarında, "ne kadar hızlı bir samimiyet kuruldu aramızda" diye de düşünebilirler. Bütün bunlara ek olarak, Türk öğretmenlere "Hocam" şeklinde hitap edilirken, okullarımızda çalışan yabancı öğretmenlere asla "Hocam" şeklinde hitap edilmiyor. Bunun nedenini öğrencilere sorduğumda, yabancı öğretmenlere "Hocam" şeklinde hitap etmeyi çok garip bulduklarını söylüyorlar.

Azınlıkları korkutup kaçırmadan önceki zamanlarda onlara hitap ederken, "Bay" ve "Bayan" kelimelerini daha çok onlar için kullanıyormuşuz, "Bayan Mari", "Bay David" gibi. Ön ismin yabancılara hitap ederken kullanılışı oradan kalmış. Günümüzde ise "Bay" ve "Bayan" kelimeleri yerine "Mistır" ve "Mis" kelimeleri gelmiş. Peki ama, neden biz içimizde yaşayan yabancılara "Hanım" ve "Bey" kelimelerini yakıştıramayız? Onları neden bir türlü kendimizden sayamayız? Gelin "Jenifer Hanım, David Bey" diyebilelim. Bunu söylemeyi başardığımzda, aslında kendi dilimizi de yüceltiriz.

18 Ekim 2012 Perşembe

Tuvalet ile Lavabo Arasındaki Fark

Konuştuğumuz dildeki değişimleri gözlemleyecek kadar yaşamış olduğuma seviniyorum. Örneğin, "tuvalet" kelimesinin "lavaboya" dönüşmesi gibi. Çocukluğumda, tuvalete "tuvalet", "100 numara", "abdeshane", "ayak yolu", "kenef" dendiğini hatırlıyorum. Dedemin bu konuda bana anlattığını hiç unutamam: Kendisi küçükken bu yerin ismi "hela" imiş. Bu isim herkes tarafından gayet kibarca kullanılırken, durup dururken "tuvalet" kelimesi çıkmış. Daha sonra "hela" kelimesi kaba olarak görülüp, yerine kibar olarak kabul edilen "tuvalet kelimesi iyice oturmuş. Şimdi olana bakın! Günümüzde "tuvalet" kelimesi kaba olarak görülüp, yerine "lavabo" kelimesi sokulmaya çalışılıyor. Lavabo kelimesini ilk duyduğumda insanlara soruyordum "neden lavabo diyorsunuz?" Yanıt genellikle şu oluyordu: "Kaba olmasın." Lavabo, aslında evlerimizde çeşme altında duran ve üstünde ellerimizi yıkadığımız yere denilirken, şimdi nasıl oldu da aynı zamanda ihtiyaç giderdiğimiz yerin adı oldu? Bunun şöyle bir açıklaması olabilir: Şu anda evlerimizde lavabo ve tuvalet aynı yerde. Hatta çoğu evde banyo, tuvalet, lavabo, hepsi birden aynı odacıkta bulunuyor. Dolayısıyla, gerçekte tuvalet ihtiyacı için oraya giden bir kimse, diğerlerinin miydesi bulanmasın diye "yok ben sadece ellerimi yıkayacak bir yer arıyorum" şeklinde kibarlığını göstererek, herkesin aslında yaptığı şeyi üstü kapalı yapacağını söylemiş oluyor. Oysa, Anadolu'da öyle evler vardır ki, girişte, merdiven altında, bahçe yolunda, herhangi bir yerde, durup dururken bir lavabo ile karşılaşabilirsiniz. Eğer şehir kibarları buralarda "lavaboya gidebilir miyim?" gibi bir soru sorarlarsa, memleketimin insanı onları alıp lavaboya götürür, ama orada ihtiyaç gidermek mümkün olmayabilir. Peki bu durumda ne denecek?